Gel, bekliyorum


 
Alacakaranlık geceye dönmüş, ay yükselmiş. Başında çıtır çıtır yanan ateş, serin bahar rüzgârına ılık ılık dalgalar salmış. Odun kokusu, deniz ve ot kokusuyla karışmış. Sahile vuran dalgalar bile, belli belirsiz kıyıyı okşuyor, sesi gecenin şarkısına eşlik ediyormuş.
 
Herkes oraya buraya dağılmış, soğukluğuna aldırmadan kumun; kendini bırakmış, öyle umarsız, sere serpe uzanmış, derin deryalara dalmış. Sanki konuşacaklarmış gibi, sanki içindeki tüm sorulara cevap verecekmiş gibi yıldızlara bakakalmış. 
 
Kimbilir ne zaman.. Yıldız yağmuru başlamış, sorular manasızlaşmış, cevaplar yerini hayallere bırakmış.

Bi his; hiç gelmeyecek uzak bir gelecek gibi… derin bir iç çekmiş, belli ki bu eski kuyulardan yankılanmış.
Bi his; sanki kalksa o an içinde yürüyecek gibi… büyüyü bozmamak için nefesini bile azaltmış.

Sonra tekrar.. hayaller gecenin nemine karışmış.. gök yüzünde, yıldızların arasında kaybolmuş.

Bir süre sonra orada mı süzülüyor, burada mı.. yine unutmuş. Havada uçuşan toz zerrecikleri gibi zaman asılı kalmış. İşte öyle bi an, her şey durmuş, her şey yavaşlamış.

Bir rüyaya dalmış; ya da aslında uyanmış. Sönmeyen o garip kıvılcımın hatrına; yine eli kalbinde, yine gözü yoldaymış. 
 
hem içine hem dışına doğru… fısıldayarak
“… geldim, bekliyorum” demiş
 
hem yere hem göğe doğru… bağırarak
“… gel, bekliyorum” demiş.
 

 … tüm kalbimle
… daima sevgiyle
 
Şebnem Özenç