... yola devam
Taaaa Karşıyakadan Narlıdere AKM'ye o uzun yolda illa ilginç bişey olacaktı tabiki. Metroda genç bir grup gördüm, sarışınlar ve sırt çantaları var diye turist olduklarına karar verdim. Sonra türkçe sohbet etmeye başladılar. Öğrencilermiş meğer, güldüm kendi kendime, görünüş ile önyargı geliştirmeye otomatik meyil var diye... Varmış nedeni.
Metrodan çıkarken Johnny tipli biri arkamdan yaklaştı, ingilizce biliyormusunuz, rusça daha iyi olur dedi. ingilizce yardımcı olmaya çalışayım dedim. Kartını doldurmaya çalışıyomuş. Makinalar var onlardan doldurabilirsiniz ben görmedim burası sık kullandığım bir yol değil dedim. ben götürüm sizi dedi. makina türkçe herhalde diye gittim. Bi gariplik var hissediyorum için için ama beynim türkçe düşünerek ingilizce konuşmaya çalışmakla meşgul dinleyemiyorum tam o sesi.
Yabancı dilde öyle oluyor. Üniversite zamanı bir dönem Avusturyalı bir öğrenci misafirim vardı evimde. Bir süre sonra kendi kendime de ingilizce düşünmeye başladığımı farketmiştim. Beyin enterasan şey.
Bu hipnozun dibi bu arada. Çingeneler de bu konuda doğal şekilde çok başarılılar. Beyine meşgul edecek şeyler verir diğer yandan afallatılar sizi. Böyle çok hikaye duydum. Benim de bir ucundan tuttuğum halde ikinci perdenin daha uzun olduğuna tanık olup, eve gelince ikisinin aynı boy olduğunu keşfetmişliğim var. :D
Neyse; Türk param yok, banka kapalı, hay allah napsak derken, alternatifler söyledim gittim. 5-10 lira koyasım gelmedi karta... ki yapmışlığım var öyle şeyler. Ayrılıp merdivenlerden çıkarken tıkır tıkır oturmaya başladı herşey. ilk olarak çok zorlama bir Johnny kostümü idi. Ayrıca arada bir kelimeyi hatırlamak için türkçe seslendirdiğimde gözlerinden anladığını anladım, bir ara ingilizceyi yardırdığımda istemsiz bir bedensel tepki verdi. Yabancılar öyle bir tepki vermiyor, anlamaya çalışıyorlar sadece. O an büyük olasılıkla aslında farkında olduğum ama dank etmeyen veya konduramadığım parçalar uçuşarak yerini bulmaya başladı. Öylemi gerçekten diye düşünürken son parça tıkırt yerine oturdu. işitsel biri olarak konuşması çınladı aklımda. ne rus ne avrupalı şivesi.. İngilizce şivemiz aynıydı!!! :D
Neyse zararsız ziyansız atlattım. Biraz daha içten gelen o hissi dinleyip güvenmekle ilgili ders çıkartım kendime. Ve koskoca insan niye yalan söylesin veya saçma bir oyun oynasın diye bişey yok, oluyor işte. Eski Türk filmleri gibi "Yalannnn söylüyorsun" diye ispat etmek veya oyununu bozmak zorunda da değilim. Şüphem varsa basitçe uzaklaşmayı seçebilirim. Sanırım aslında güvenli bir şekilde kendimce onu yapmaya çalıştım.
Gün keyifli, hiçbişey tadımı kaçıramaz. Yaşandı, anı oldu geçti. Bugün kimbilir neler paylaşacağız heyecanım var her zamanki gibi.
Zaman bizim, gün bizim. Uzun uzun hayat memat sohbet ettik. Daha sohbet sırasında yolluk farkındalıklarla cebimizi, samimi paylaşımlarla kalbimizi doldurduk.
Sağolsunlar "en bi imkanlı" konferans salonunu ayarlamışlar. Mikrofondan barkovizyona her türlü imkanı sundular. Yok dedim bize şu ve şu yeterli. Hemen koskoca masaları taşıyalım dediler.
Alışık değilim böylesine, eski hikayede aha burası derler giderler ben tek başıma eşyaları taşır, ortamı da hazırlardım. Özetle ayşe bacı cübbemi giyer gerekeni yapar, sonrada kan ter içinde şifacı cübbemi giyer işimi yapardım. 3 görevli kibar beyefendi gözlerimin içine bakıyolar söyle yapalım diye. Bu sıcakta o kadarına gerek yok, buluruz başka bir çare dedim. Bulduk beraberce. Gönüller bir olsun, hareket edecek boş alanımız olsun yeter. gerisi detay ;)
ilk çalışmamızı yaptık. Mola için çıkınca rüzgardan kapısı açılan boş dans salonunu gördük. Birbirimize baktık, işte bu dedik. iznimizi aldık ve kalan çalışmalarımızı dans salonunda yaptık. Hani alanda tesadüf yok ya, herşeyiyle sonraki çalışmalarda o ortam ve o ortamda bulunan şeyler o kadar manalı ve tamamlayıcı oldu ki. Basitçe "Biz buradayız, hazır ve istekliyiz" dedik; Alan, Yaşam bize yardımcı ve kolaylaştırıcıları sundu.
Neler paylaştık, neler öğrendik, nelere yer açtık, neler değişti hayatlarda? ... onlar aramızda ;)
... tüm kalbimle
... daima sevgiyle
Şebnem Özenç