Saf Sevgi...
Uzun
süreli bir kaosun dibi, en karışık yeri ama sonu... fırtınanın gözünün en sakin
yer olduğunu keşfetmişim onca zaman içinde... ama bişey daha öğrenmişim bir
süre sonra... o da... bu fırtına hep burada!
O
karar öyle kolay değil! Buna bile alışıyomuş insan. ..hem büyük bir ustalıkla
çıkılmalı içinden, ayak dolanır, savrulunursa tamamen kaybolunabilir bu defa.. Uzun
süredir fırtınada varolmanın verdiği bitkinlik, fırtının gözünden dışına çıkmak
için gerekli güç ve sonrasında arda kalanla baştan inşa etmek herşeyi...
İlk
adım; en temel yasa gereği, çıkış kaosun ritminde olmalı, hızlı ve dikkatli
hareket edilmeli malum. Bu süreçte ara ara bi nefeslik durduğumda bir sonraki
aşamada yığılıp kalacak mıyım, devam edebilecek miyim diye merak ediyorum. Ne
zaman böyle düşünsem “Bi yer çağırıyor beni yine ama neresi?” dürtüyo ince
ince, pek de dinleyemiyorum, çok meşgul her parçam, önüme odaklı kalmaya
çalışıyorum.
Bir
eşzamanlılık perisi “hadi!” diye ses oldu rehberliğime. Öyle bir Konya seyahati
geçirmişim ki. Sürecin ikinci aşamasından önce, yeni yol öncesi bir tatil, bir
hediyeydi tam manasıyla. Öyle dolu, öyle yoğun, hem anılar, hem olanlar, hem
duygular... tazelenmiş döndüm.. 2 gün ordaymışız ama hem yerde hem gökte o kadar
çok şey yaşandı, o kadar dolu dolu geçti ki... hani bir haftamıydı daha mı
fazla diye geçiyo aklımdan düşünürken.
Anlatılabilecek
çok şey var.. Kutsallar-ruhsallar ve cennet burada hisettiren kanlı canlı
paylaşımlar, anılar.. hepsi ayrı güzel ve özel.. Aşağısı yukarda, yukarısı
aşağıda bir durum.. ya da hepsi birarada.. nasıl oluyosa artık...
Kutsallar-ruhsallar
şimdilik özel, o gizemli ve o korunaklı sandıklarında kalsın. Ama onca derin,
adını bilmediğim duygulardan en büyülüsü o çocuklardı. Saflığın ve sevginin
iyileştirici gücü. Orada olanları ve aslında tüm olanı belki, bir resimde
birleştiriverdi sihirle, dönerayak son bir dokunuşla.
İlk
gün... ilk kutsal ziyaret. Bir sutunun altına çöktüm.. An’a doğru, bulunduğum
yere doğru topladım gelip geçeni.. en baştan, tüm hayatımı geçirdim elekten,
özellikle ruhun dürtüklemesiyle girdiğim son mevsimimi... biraz söylendim,
biraz dertlendim... sonra durduğum yere baktım, şükrettim yine de tüm
hissettiklerime rağmen, bu şekilde olacağını sanmasam da bunu dilemiştim çünkü,
hatırlıyorum. Ama bilmiyorum, bundan sonrası için ne haritam ne pusulam var. Sanki hep bir kristal kürem varmış da son adımda düşürüp kırmışım gibi.. ve kimseye
asla anlatamayacağım bu yüzyıllık yorgunluk... sonra... Birçok kişinin istediği
o şeye sahibim ama yine de beceremedim diye düşündüm. Özür diledim! yukarısı
aşağısı herneyse artık. Tüm yakınlığınıza ve desteğinize rağmen, bu kadar
yapabildim diye..
Onlardan
da özür diledim. Birini çok uzun süredir hiç görmüyorum zaten. “Hasretiniz
tütüyor hep kalbimde ama beceremedim işte.. kavuşamayacağız, çok üzgünüm”
dedim. O koku geldi yine... burnumun direğini sızlatan o koku. Minik elleriyle
yanağıma dokundu, gözyaşımı sildi. “ağlama lütfen.. sen herşeyi yanlış
anlamışsın” dedi. Anlamadım ne demek istediğini ama “yanlış anlamışım” diye
sayıklayarak kalktım. Döndüğümde tekrar sürece kaptırdım, önüme eski notlarım
geliyo, ben itiyodum. Sonra başka bir kitap alırken gözümün üstüne düşünce..
buldum cümlenin gerisini ve biraz daha anladım ne demek istediğini... geri alınmış
ama benden değil, kızı da sürpriz deyip saklamışlar, en çok ona üzülüyorum diye.
anlamın gerisi yoldaymış yine, her ne demekse...
Son
gün, ne yapsak diye düşünürken kendimizi Şifacı Sufi HH Dedenin yerinde bulduk.
Bi kapıdan bakıp gidecekken bütün gün orda kaldık, değişik şekilde sürüklendik
o günün güçlü akıntısıyla. Asıl hikaye burada ama ben o kısmını anlatmayacağım
şimdi.
HH
Dedenin torunu; 7 yaşlarında tatlı bir kız. Tüm ürkekliği ve karşı koyamadığı
merakıyla bizi izliyor, gözlemliyor dikkatlice uzaktan. Ben bu kızı çok iyi
tanıyorum. Bu nedenle ben de onu rahatsız etmeden tatlı tatlı izlemeye başladım
uzaktan. Saatler ve olaylar aktı, arkadaşım bir iki laf attı, sorular sormaya
başladı. Dakikalar içinde... başta içine konuştu, sonra sesler ve hareketlerle
cevap verdi, sonra bir iki kelime çıktı, yavaş yavaş açıldı, kalktı olduğu yerden
yavaş adımlarla yanımıza geldi ve tüm içtenliğiyle sırtını bana verip sohbete
katıldı. Hiç konuşmadım ben, bi iki küçük dokunuş, bakış o kadar...
Bu
arada orda bambaşka bi dünya dönüyo ki anlatamam! Bir ara bekleme halindeyim. En
sevdiğim! tüm salon alçak sedirle çevrili ve büyük pencereleri var. Toplamışım
ayaklarımı, kolumu atmışım mindere, kaykılmış, bi içeri bi dışarı bakıyorum
öyle... Minik kızımız elinde, almış kalem kağıt... bana bi şeyler söyleyerek
yaklaştı.. öyle doğal... kolumun altına girdi, yaslanıp, sokuluverdi ki .. içim
eridi... fırsattan istifade bol bol öpüp kokladım tabiki.. masalımızı yazdı
tatlı tatlı.. Sonra şifa sırası bana geldi... detoks yaşadım diyeyim kısaca...
Elinde bir bardak su, arkadaşlarıma “ben ilgilenirim onunla, siz gidin” demiş.
İlgilendi de küçük şifacım gerçekten. Kalbimde iyileşmeye başlamış yara tamamen
kapandı bu minik sihirli ellerle.
Artık
dönme zamanı, gitmeden son bir Şems’e uğrayalım dedik... herkes kendi kutsal
köşesine çekildi. Yarım yarım yine de cümlelerim, gülümsemem ve gözyaşlarım...
ne gelip gidiyosa, ne akıyosa artık o an... ama tarifsiz duygularla çıktım.. bi
halliyim yani.. alışmışım ya bu serüvenin son cümlesini de ruhsallardan
bekliyorum yine... Kafam dolu desem değil, boş desem hiç değil. Darallardayım
hala desem olmaz, ferahlardayım desem bişey eksik sanki... Öyle bi hal işte. Dışarı
çıktım.
Cami
bahçesinde futbol maçı yapan 7-9 yaşlarında oğlanlar beni görünce olduğu gibi
oyunu bırakıp bana koşmaya başladılar. “Hiç kendinizi yormayın, oyununuza devam
edin çocuklar, para yok yanımda” dedim. Bi muzur kepçe gülümsedi lafımı
duyunca, olsa ne verirdinle başlayan ard arda sorular sormaya başladı.
Ayakkabımı giymek üzere yere otururken çocuklar etrafımı sarmışlardı bile. Bi o
bişey diyor, bi diğeri... eğleniyolar, eğleniyoruz. Dayanamayıp sevmeye
başladım, her laflarında o küçük güzel suratlarını mıncırdım. Sevildikleri anda
saniyeler içinde haşarı gözlerin büyüyüp, pırıl pırıl masumiyete dönüşü ve elimi
çekerken tekrar o tatlı muzurluğa dönüşü... Her seferinde aynı şekilde..
Büyülüydü... bu içime işledi. O masumiyete, saflığa ve sevgiye şahit olmak,
dahası dokunabilmek... hem son hem ilk cümlem oldu...
Saf
sevginin iyileştirici gücü! Öyle bir sevgi alınmıyor ya da verilmiyor... hatta
paylaşmak bile tam anlatmıyor durumu... öylece yaşanıveriyormuş...
Kalbimde
öyle karşı konulmaz şekilde, öyle tatlı tatlı içime işlemiş çocukların saflığı
ile, “gerçek! sevgi” ile hafiflemiş...
Gönlümde
kavuştuğum yeni Kutsalın öylece verdiği yeni bir duruş ile daha güvenli...
Hayatıma
dokunan, giren her değerli kalp için minnet dolu...
Biraz
bahşedilen, biraz topladığımla... Ellerim dolu, sepetim zengin..
Gözlerim
“yuva”yı artık orada değil, burada ararken...
Şimdi
bu adımla... yeni masalıma başlayabilirim...
Samimiyet,
Kararlılık ve Cesaret isteyen, sürecin tüm zorlamalarına rağmen..
içinde
“o şeyi” hisseden ve arayan her kalbin bunu bulması dilerim...
...
tüm kalbimle
...
daima sevgiyle
Şebnem
Özenç